Yıl 1999, Gölcük depreminin ardından gazetelerin manşetleri: “Sesimi duyan var mı?”, “Deprem öldürmez bina öldürür”. Yıl 2023, Kahramanmaraş depremin in ardından gazetelerin manşetleri: “Sesimi duyan var mı?”, “Deprem öldürmez bina öldürür”.
6 Şubat ta yaşanan ülkemizin Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerini, 10 ilimizi derinden etkileyen ve bir felakete dönüşen iki büyük depremi ve ardından yaşananları da unutabilecek miyiz? İyi hissetme bağımlılığımızı bahane edip koşa koşa “normal”e mi döneceğiz? yıkılan evlerin altında kaldığımızdan, haberlerle karşılaştığımız ve sevdiklerimize ulaşamadığımızdan beri eskisi gibi akmıyor zaman.
Eskisi gibi aktığı zaman, içimizdeki acı, üzüntü, öfke bir şeyleri değiştirmediğinde bir sonraki felakette eğer hayatta kalanlardan olursak yine aynı şeyleri konuşacağız, yine aynı cümleleri kuracağız. İşte bu, çileden çıkartan, hiçbir şeyin değişmemiş olması. Çevremizden deprem bölgesine yardıma gidip gelen arkadaşlarımızı sadece 10 dakika dinlemenizi isterim. Orada yaşanan durumun sadece aynaya yansıması olan kısmını duymanızı isterim.
1999 depreminin üzerinden 24 Yıl geçti ülkenin herhangi bir yerinde yaşanan her sarsıntıda Büyük İstanbul ve Marmara bölgesinde etkili olması beklenen deprem endişesi tetikleniyor ve konuşulmaya başlanıyor. Beklenen büyük deprem söz konusuyken İstanbul; bir rant alanına dönüştürüldü, adım atacak, nefes alacak yer bırakılmayacak şekilde “kentsel dönüşüm”e maruz bırakıldı. Bu yüzden de olası deprem uyarıları bu şehrin sakinlerinin büyük İstanbul depresyonunu besliyor sadece. 50 yıllık bir binada oturmak hiç kimsenin suçu değil. Hele barınmanın imkânsız hâle geldiği şu zamanda çaresiz bırakılmışların hiç değil. Yüzde 75’i deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde önceliğin hayata tanınmadığı her karar, afetleri felaketlere dönüştürmeye devam edecek.
Bir anda ailelerini, yakınlarını, sevdiklerini, evlerini, şehirlerini kaybetmiş, bu felaketi bizzat yaşamış hiç kimse için hayat eskisi gibi olmayacak. Birkaç haftaya yeniden kendi hayatlarımıza döndüğümüzde, yardımlar, bölgede olanlara dair paylaşımlar azaldığında hiçbir şey yoluna girmiş olmayacak. Her şeye rağmen hayat aynı devam etmeyecek. Normal diye adlandırdığımız akışta aslında hiçbir şeyin yolunda gitmediğini acı bir şekilde yeniden gördük, kendimizi bu kâbus içinde rahat hissedemeyiz.
Bu günlerde iyi bir şey daha gördük dayanışmanın gücünü. Tüm Türkiye’nin Depremin ilk gününden itibaren her yaştan yurttaşın bireysel desteklerinin kitlesel yardımlaşma ağlarına dönüştüğüne, ellerinden ne geliyorsa yapmaya çalıştığına, gönüllü çabalarının hayat kurtarmasına şahit olduk. Yazacak tartışılacak daha çok konu var ,ama yaralar biraz dinsin ...
Yazıma Hatay Defne Belediye Başkanı İbrahim Güzelin özel bir tv kanalına yayınındaki bu sözleri ile son veriyorum “Beslenme, su, battaniye ihtiyacını karşıladık ama insanların başlarını sokabilecek bir yerleri yok. Duyun artık ya. Vallahi yeter. Bir çadır gönderemediniz. Bunun muhatabı kimse de o üstüne alınsın artık. Beni de Silivri'ye atın. Bittik ya, kapatıyorum ben artık, yeter.”