1920 yılında Malatya’da doğan ve 1950 yılında Edirne’ye atanmasından sonra 12 Ağustos 2017 tarihine kadar Edirne için yatıp, Edirne için kalkan Edirne sevdalısı, Edirne Perestişkârı Dr. Ratip Kazancıgil yaşamı boyunca ürettiği eserleriyle ölümsüzleşmiştir. Bıraktığı sözlü, yazılı ve görsel kaynakları gençlerimize, toplumumuza yol gösterici olarak ışık tutmaktadır.
Vefatından sonra yazım dünyasına kazandırdığım “Dr. Ratip Kazancıgil ve Edirnesi” ile iki ciltten oluşan “Dr. Ratip Kazancıgil’in Kaleminden Edirne” adlı eserlerimde yaptığı çalışmaları ile ilgili detaylı bilgiler vermiştim. Bunları burada tekrar etmeye gerek duymuyorum.
Yaşamı boyunca Edirne’nin şehir tarihine iz bırakan şehir tarihçilerini gençlerimize ve halkımıza tanıtmak için çok çaba harcadığını biliyorum. Onları ölümsüzleştirmek için arşivlerden topladığı belgeleri büyüteci ile okur ve müsvedde kağıda karmaşık el yazısı ile geçirir, asistanı öğretim görevlisi Nilüfer Gökçe de bunları bilgisayar ortamına aktararak ulusal kültür hayatımıza kazandırmak için çaba harcardı. Ekip çalışmasını çok severdi. Ekibindeki her bir kişinin görev ve sorumluluklarını belirlerdi.
Kazancıgil, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Osmanlıca yazılmış ilk şehir tarihi kitabı olan “Enîsü’l-Müsâmirîn” ve yazarı Abdurrahman Hibrî’yi tanıtmak için çok çaba harcadı. Bu kitabı Latin alfabesine çevirip sadeleştirerek 1996 yılında Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi’nin yayınları arasında yayınlanmasını sağlayarak gençlerimiz ile halkımızın kitapla buluşmasını sağladı.
Aslında “Enîsü’l-Müsâmirîn” adlı bu kitap, Sevim İlgürel tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştı. Kazancıgil hocamız da bu çalışmadan aldığı alıntı nedeniyle yayımladığı kitabın önsözünde kendisi hakkında şunları söylemektedir: “Sevim İlgürel’in büyük bir titizlik ve özveriyle hazırlamış olduğu “Enisü’l Müsâmirîn” üzerindeki doktora tezinden aldım. Bu nedenle kendilerine burada şükranlarımı sunarım.”
Kazancıgil, gerek bu doktora tezindeki çalışmada gerekse Osman Nuri Peremeci ve Ahmet Bâdi’nin yapmış olduğu çalışmalarında Hibrî’nin mezarı hakkındaki çelişkili bilgileri incelemeye almış ve yapmış olduğumuz çalışmalarla değişik yerlerde olduğu yazılan mezar taşı, Edirne Yıldırım Mezarlığında bulunmuş ve Kazancıgil’in girişimleri ile düzenlenmesi yapılarak mezarın üzerine taşı da dikilmiştir. Kazancıgil yayımlamış olduğu bu çalışmasıyla sadece kitabı sadeleştirerek günümüz gençlerine 15. yüzyıldaki Edirne’yi tanımalarını sağlamakla kalmamış ayrıca tarihi bir yanlışı da düzeltmiştir.
Peki; Sayın Dr. Sevim İlgürel, Trakya Üniversitesi’nin yayınları altında yayımlanan “Abdurrahman Hibrî ve Enîsü’l Müsâmirîn” adlı eserinde Dr. Ratip Kazancıgil’in yapmış olduğu bu çalışması hakkında ne yazmaktadır: “… bu neşir akademik çalışmalarda istifade edilmeye uygun değildir.” Sayın Kazancıgil, zaten bu çalışmayı akademik bir çalışma olarak yapmadığını bildirmektedir. Ama Sayın İlgürel hanımın hocamızın yapmış olduğu bu çalışmayı değerlendirecek düzeyde yeterli olduğu konusundaki yorumu akademisyenlere ve okurlarımıza bırakıyorum. Yapmış olduğum çalışmalarda bu değerli hocamızın doktora tezine erişilememektedir. Neden erişime hala kapalıdır? Tez danışmanları mı acaba erişime kapatmışlardır?
Kazancıgil, yazın hayatına kazandırdığı her eserinin önsöz başlığının altına şu cümleyi kurardı. “Bizden sonraki araştırmacılar bizim eksiklerimizi tamamlayıp yenilerini çıkarsınlar.” Zaten bilim ve araştırma bu değil midir?
Hocamız vefatından önce vermiş olduğu vasiyetnamesinde yayımladığı ve yayıma hazır hale getirdiği tüm eserlerinin telif haklarını tarafıma vermiş ve mahkeme kararıyla da bu vasiyetname onaylanmıştır.
Hocamız tüm bu yazın eserlerini gençlerin yararlanması ve gelecek kuşakların faydalanması için yayımlamıştır. Bugün Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Edirne Sarayı” adlı kitap sadeleştirilmeden basılmıştır. Ancak bu kitabı günümüz gençleri ve halkımız okuyamamaktadır.
Sevgili hocam, ruhun şâd olsun. Mekânın cennet olsun. Verdiğin öğütlerle bıraktığın yerden çalışmalarımıza ve sizleri anmaya devam edeceğiz.
Saygılarımla